ŞİFALI BİTKİLER HAKKINDA HADİSLER VE ÖĞÜTLER
Şifalı bitkilere dair 40’ın üzerinde bitki mevcuttur. Bunların bir çoğu bir kişi kitabın tercümesinden ibaret olup, sınırlı bilgiler ihtiva etmektedir.
Elinizdeki eser 40’ın üzerinde kitabın taranması olduğu gibi halkın bizzat deneyerek elde ettiği bilgileri de bulunmaktadır. Ayrıca araştırmalarımı da bir araya getirip kitaba ekledim.
Bitkilerle tedavi binlerce yıllık tecrübe ile ortaya çıkmış ve bugün yeniden alakamızı celbederek günlük hayatımızda daha sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Halihazırda gelişmiş uzak doğu ülkelerinde şifalı bitkilerden müteşekkil terkipler uygulanmaktadır.
Bitkilerle tedaviye başlamadan önce hastalığın teşhisinin konulmasından yarar vardır. Kesin netice alabilmek bununla mümkündür. Bilinen hastalıklarda tarif edilen kullanma şekillerine uyulduğu taktirde kısa zamanda sonuç alınabilir.
Şunu da akıldan çıkarmamak gerekir, her bitki her insanin bünyesine ayni şekilde faydalı olmayabilir. Dahası birileri için faydalı olan bir bitkinin bir başkasında rahatsızlık yapabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bilgileri tabiplerimizin ve işinin ehli fitoterapistlerimizin teşhis ve tedavilerini yabana atmadan icra etmek gerekir. Tıbbi bitkilerle tedavide hastalığın şekline göre 1 günde hatta bir seferde kullanmakla bile netice alınabileceği gibi bazen 1 hafta yada 1 ay hatta 2-3 ay gibi tedaviye devam mecburiyeti olabilir. Tıbbi bitkilerin etkileri nisbeten yavaş fakat kesin faydalardır.
Bazı basit bilinen hastalıkların bitkilerle tedavisinden kısa zamanda netice alınabiliyorsa teşhis için bir doktora başvurmak gerekir. Her halukarda evvela teşhis konulmalı, sonra tedaviye geçilmelidir.
Peygamber (s.a.v)’in kendisinden tedavi olması, ev halkından ve ashabından hastalananlara tedavi omlarını emretmesi , bu konudaki
Yol göstericiliğin bir işaretidir zaten insan sihhate olmazsa varlığı neye tarar dünyevi ve uhrevi muvaffakiyetler vücudun sıhhatine bağlıdır. Vaktiyle dünyaya hükmeden Kanuni Sultan Süleyman tarihi söylemiyle ne güzel ifade etmiştir :
Halk içinde muteber bir nesne yok, devlet gibi olmaya devlet cihanda bir nefes, sıhhat gibi.
Sıhhat hayatın mekanizmasıdır, her muvaffakiyet ona bağlıdır. Dünyada ondan daha kıymetli bir şey yok denilse de caizdir. Dünyada en büyük devlet, nimet sıhattedir.
Rasulullah’ın (es alüke afvel afiye) hadisi şerifi de bize Allah’tan af ve afiyet isteyin buyurması bize afiyetin en büyük bir nimet olduğunu göstermektedir. Af Müslüman’a ne kadar lazımsa, afiyette sıhhate o kadar lazımdır. Bu hadisi şerif bize af ve afiyetin kıymetini bildirmektedir. Ve yine Rasülullah ilim ikidir. Biri bedene biri dine ait olan ilimdir buyurmuştur. Bedene ait ilmi önce ifade etmekte tıp ilminin ve hafızı’s-sıhanın ehemmiyetini belirtmiştir.
Hadisede de Allah afiyette olmanızı sever, buyurmuştur. Amcası Abbas’ a da : Ya Abbas Allah’tan dünya ve ahirette afiyet iste, buyurmuştur. Rasulullah yine bir hadisinde ashabına :
– Allah’tan af ve afiyet isteyiniz. Bir kimseyi Allah’ın birliğine yakın bir ilim verildikten sonra, afiyetten hayırlı bir şey verilmemiştir.
Buyurmuştur. Ve yine sahabeden birinin : Ya Rasulullah namaz kıldıktan sonra Allah’tan ne isteseydim? Sözüne : afiyet iste buyurmuşlardır. Sıhhat ve afiyeti yerinde olmayan insan din ve dünyası için ne iş yapabilir. İslam dini sıhhatli beden için her türlü temizliği sevap kötülüğü de günah addetmiştir.
Rasulullah kıyamet gününde Allah’ın insanlara vermiş olduğu nimetlerden en evvel sorulacak şey ( senin vücuduna sıhhat verdim mi ) suali olacaktır buyurmuştur. Bu suretle sıhhat nimeti bütün nimetlerin üstünde addedilmiştir
Rasulullah iki nimet vardır ki insanların ekserisi bundan gafildir. Biri sıhhat nimeti diğeri boş zamandır buyurmuştur.
Yine bir hadisi şeriflerinde hastalık gelmeden evvel sıhhatin kıymetini bil, meşguliyet gelmeden boş zamanın kıymetini bil buyurmuşlardır…
ŞARKIN BÜYÜK ADAMI İBNİ SİNA
Şarkın büyük adamı İbni Sina hiçri 370 miladi 980 senesi Ağustos ayında buhara Khormisen Kasabasında doğmuştur. Babası Sinan oğlu Abdullah’tır, Belhte doğmuştur. Saman oğullarından 2’nci Nuh ibni Mansur (M. 976-977) zamanında Buhara’ya geldi. İşbilir liyakatli bir iş adamı olduğu için vezirlerin dikkatini çekmiş müteaddit memurlardan sonra Khormisen’e memur olarak gönderildi. Ve burada afşen Nahiyesinden yıldız isimli bir kızla evlendi.
Eserlerini Arapça yazdığı için İbni Sina’ya araptır diyen bazı garp mütefekkirleri oluşmuştur halbuki İbni Sina Türktür.
İbni Sina biraz büyüdükten sonra babası ile birlikte Buhara’ya döndü orada tahsile başladı. 10 yaşında Kur’anı ezberledi. Daha sonra çeşitli hocalardan hesap, hendese fıkıh, kelam, mantık, felsefe, tıp okudu. Bazı okuduklarını müşahededen geçirdi.
Durmadan çalışıyor, okuyor ve yazıyordu. Gündüzün halledemediği meseleleri gece hallediyordu.
Bu şekilde çalışan İbni Sina daha sonraları metafiziğe başladı. Bu hususta hayli çalıştı. Çözemediği anlayamadığı bir hayli meseleyi de, elde ettiği farabi’nin bir eserinden öğrenince Secde-i Şükrana kapandı, fakirlere sadaka verdi.
İbni Sina’nın fikir inkişafında Samanoğulları sarayının büyük tesiri olmuştur.
Hastalanan Saman oğlu Nuh, İbni Sina’nın tedavisi ile iyi olmuştur. Bu muvaffakiyet Şarkın genç, dev alimine meşur “Sivan’ul hikme ismindeki saray kütüphanesinin kapıları açılmıştır. Farabi’nin ettalim üssani” adlı eseri burada yirmi iki yaşında tekik eder.
Babasının ölümünden sonra Harzem’e gitti. Bazılarının tesiri ile Gazneli Sultan Mahmud’un Takibatına uğradı. Bu endişeden dolayı Şehl İbni Sina Mesih ile Harzem çölünü geçerken açlık ve susuzluktan Sehl İbni Mesih öldü. Kendisi de canını zor kurtararak Cürcan’a (1019) da geldi.
Bugün tedrisle uğraşan meşhur bir üstad, veya hastaları ile uğraşan tabib yarın memleketin idaresini yüklemiş vezir, ertesi gün hükümdarın takibatından kurtulmak için saklanan hapis.
Ama o dershanesinde ve kliniğinde olduğu gibi, nezaret masasında da hapishane köşelerinde de daima düşünen bir alim yazan bir müellif olarak kalmıştır.
Onun korkunç kasırgalar önünde sürüklenen bir hayat içinde bitmeyen tefekkürü, daimi didinişi dimağ ve bünyesinin ne payansız bir enerji ve hayatiyete sahip olduğunu göstermektedir.
İrfan sahasının genişliği anlatan eserlerinin listesini tetkik ettiğimizde karşımıza sistem sahibi bir feylesof, alim bir tabib, kudretli bir mantıkçı keskin nazarlı hey’et şinas bir riyaziyetci, tecrübe ve müşahedeyi rehber edinen bir alim yükselmektedir.
Gariptir ki eserlerin en kıymetlilerini ya taibata uğradığı veya bir kalede mahpus kaldığı zamanlarda yazmıştır.
İbni Sina ilmen olduğu kadar ahlaken de üstün bir insandı. Siyasi yollarla kendisine türlü cefa çektirmiş insanlardan intikam almak fırsatını eline geçtiği vakitlerde bile buna tenezzül etmemiştir.
Genç yaşlarında bazı islama uymayan fikirleri vardı. Sonradan Horasan’ın meşur evliyalarının islahi ile tamamen ehli sünnet Çerçevesini girdi. Hatta son zamanlarda söylediği sözlerden bazıları : Bütün Kainatın Sığınağı senin mağfiretindir. Seni övenler senin sıfatının vasfından aciz kaldılar. Biz beşeriz sen bizim tevbemizi kabul et. Seni hakkı ile tanıyamadık “ey bütün kainatı harekete getiren zat – ala maksad ve garaz sensin ve sen öyle bir gayesin ki senin yerini başkası tutmaz. Kalbinde senin azametinden başka hardal tanesi kadar sevgi bulunan kalb hastadır.
Yarabbi vuku bulunduğu kimseyi dar bir maişet çerçevesi içine alan fitneden sana sığınırız. Yarabbi simdi sana döndük dönüşümüzü kabul et. Senden yüz çeviren kalpleri kendine çevir. Eğer sen nefislerimizden hastalığını ve körlüğünü iyi edip şifaya erdirmezsen senden başka kime müracaat edilir.
Dünyaya da işte dünya dediğin budur, kenetlenmesi kırılmak ve yapılması yıkılmak içindir. Gözü ile bakan İbni Sina bütün malını Allah için verdi. Vefatına kadar her gece yüz rekat namaz kılıyor ve her üç günde bir hatim yapıyordu.
Sahte gururunu bir türlü yenme kudretini kendinde bulamayan garp süfli hurafeler içinde boğulurken şarkın ilim sultanı kainatın değişmez kanunlara bağlı olarak olduğunu arz kabuğunun orogenik ve tektonik kuvvetlerle tekevvün ettiğini izah etmişti.
Kitaplarından başta “KANUN” ve “URCUZE” olmak üzere bir çocuğu Latince’ye daha sonra İngilizce’ye, Fransızca’ya, Almanca’ya tercüme edilmiş ve müteaddit defalar basılmıştır.
1023 tarihinden itibaren alaüddevle ebu Cafer-Kaküveyhin yanında günlerini geçirmiştir. Kendisini çok seven sultan onu daima yanında bulunduruyor, hatta harbe gittiği zamanlarda bile yanında bulunduruyor, hatta harbe gittiği zamanlarda bile yanından ayırmıyordu… Yine böyle bir seferde iken hastalandı, Hemedan’a getirildi. Birkaç gün sonra 21 Haziran 1037’de hayata gözlerini yumdu. Allah’ın rahmeti üzerinde olsun…
“Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz..”
-DAVUD-İ ANTAKİ (bin Ömer’ul basir) KİMDİR ?
Meşhur tıp alimi ve hekim olup hicri 950 tarihinde Antakya’da doğmuş riyaziye ve tabiiye ilmi ile fenni tıbbi ve Yunan lisanı öğrendikten sonra Şam’ın her tarafını gezerek oranın ulemasından muhtelif ilimler tahsil etmiş ve sonra Mısır’a giderek oraya yerleşmiştir.
Tabiplikte ve diğer ilimlerdeki üstün bilgisi ile böyle şöhret kazanmıştır.
Mekke Şerifi Hasan Bin Ebi Nümey tarafından davet olunarak Mekke-i Mükerreme’ye gitmiştir. Sonradan iki gözünden ama olup çok zeki olması sebebi ile kendisine “BASİR” lakabı takılmıştır. Hicri 1008 tarihindeki Mekke-i Mükerreme’de vefat etmiştir.
TIBB-İ NEBEVİ
Kur’ân-ı Kerim, her biri batılı İlim adamları tarafından araştırma konusu yapılan tıp, astronomi, jeoloji, botanik gibi çeşitli bilim dallarına temel teşkil edecek bilgiler veriyor(1), Özellikle insan sağlığını ilgilendiren tıbbî konular önemli bir yer tutuyor(2). Aynı şekilde Peygamberimiz (sav)’in de sağlıkla ilgili pek çok hadis-i şerifleri var. İşte tıbb-ı Nebevi bunlardan oluşuyor.
2) Sad İbn Vakkas hastalanmış Hz. Peygamber (sas) ziyaretine gitmiş. Sad’ı evinde hasta yatar görünce Haris bin Kelde’yi çağırın, O iyi bir hekimdir, sizi tedavi etsin” buyurmuştur. (Ebu Davud, Tıb 12).3)”Allah derdi de çareyi de verdiği gibi her dert için bir ilaç yaratmıştır. Bu sebeble tedaviye devam ediniz. Fakat haramla tedavi etmeyiniz.” (Ebu Davud, Tıb 11).4) “Allah şifanızı sarhoşluk veren şeylerde yaratmamıştır.” (Buhari, Eşribe 15).5) “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhari, Rikak 1; Tirmizi, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15)6) “Lanetlenmiş iki şeyden sakının:– Ya Rasulallah o iki şey nedir?” dediler. Peygamber Efendimiz (sas):-“İnsanların gelip geçtiği yola ve gölgelendiği yere abdest bozmaktır.” buyurdu. (Müslim, Taharet 68; Ebu Davud, Taharet 15; Ahmet bin Hanbel, Müsned 2/372).7) “Sizden biriniz durgun suya bevl etmesin.” (Buhari, Vudu 68; Müslim, Taharet 94; 96; Ebu Davud, Taharet 36).8) “Hastayı üç gün geçmeden yoklamayınız.” (Ramuz’el-Ehadis 2/489).9) “Bir yerde veba olduğunu işitirseniz oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba vukua gelirse oradan ayrılmayınız.” (Buhari, Tıb 30; Müslim, Selam 92, 93, 94, 98, 100)10) Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız.” (Buhari, Merda 19; A. Bin Hanbel, Müsned, 2/443).11) “Cüzzamlıyla aranızda bir mızrak boyu mesafe olduğu halde konuşunuz.” (Ramuz el-Ehadis 2/471).12) “Köpek bir kabı yalarsa onu yedi defa yıkayın. O yedinin birinde toprakla temizleyin.” (Buhari, Vudu 33; Davud, Taharet 37; Tirmizi, Taharet 68)13)”Size ne oluyor ki, dişleriniz sararmış olduğu halde yanıma geliyorsunuz. Misvak kullanınız.” (A. b. Hanbel, Müsned 1/214).14) “Misvak hakkında tavsiyelerimi size çok tekrarladım.” (Buhari, cuma 8; Nesai, Taharet 5; A.b. Hanbel, Müsned 3/143; Darimi, Vudu 18)15) “Allah temizdir, temizi sever. Etrafınızı temizleyiniz.” (Tirmizi, Edeb 41).16) “Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim, Taharet, 1; Tirmizi, Daavat 86; A.b. Hanbel Müsned 4/260, 5/342, 343, 344, 363, 370, 372; Darimi, vudu 2).17) “Her müslümanın yedi günde bir yıkanması Allah’ın onun üzerinde hakkıdır.” (Müslim, Cuma 9).18) “Yiyecek ve içeceklerinizin kaplarının ağzını açık bırakmayınız.” (Müslim, Eşribe 96, 98; Ebu Davud, Eşribe 22; Tirmizi Et’ime 15).19) “Efendimizin en çok sevdiği elbise hiberadır.” (Hibera Yemende yapılan yeşil, pamuklu bir hırkadır) (A.b. Hanbel, Müsned 3/292; Değişik bir lafızla Ebu Davud, Libas 12).20) “İçkide şifa yoktur.” (Darimi, Eşribe 6).21) “Sarhoşluk veren her içki haramdır.” (Buhari, Edeb 80; Müslim Eşribe 73, 75; Ebu Davud Eşribe 5).22) “İçkiden sakının. Zira o her kötülüğün anahtarıdır.” (Hakim, Müstedrek; Beyhaki, Şiabül-İman; Ramuz el-ehadis, 1/212).23) “Kadınlaşan erkeklere, erkekleşen kadınlara Allah lanet eder.” (Feyzül Kadir 5/271).24) “Size denk olan kadınlarla evleniniz.” (İbn Mace, Nikah 47).25) “Ey gençler topluluğu, evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü gözü korur… Evlenmeye gücü yetmeyen oruç tutsun.” (Buhari, Nikah 3,60).26) “Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız” (Feyzül Kadir 4/212).27) “İnsanlar madenler gibidir. Eğer dinde anlayışını derinleştirebilirse cahiliyede hayırlı olan İslam’da da hayırlıdır.” (Buhari, Enbiya 19).28) “Budala (dini diyaneti iyi olmayan) kadınlara çocuklarınızı emzirtmeyiniz. Zira tesir eder.” (Kenzül-İrfan).29) “Seyahate çıkınız, sıhhat bulursunuz.” (Taberanî)30) “Beş şey fıtrattandır: Bıyıkları kesmek, kasık kıllarını tıraş etmek, koltuk altı kıllarını yolmak, tırnakları kesmek ve sünnet olmak.” (Buhari, Libas 63, 64; Müslim, Taharet 49, 50).Şimdiye kadar zikredilen hadis-i şerifler genel tababet ve koruyucu hekimliğe dair seçtiklerimizdir. Biraz da tedavi konusunda örnekler verelim.Hz. Peygamber (sas) kendisine müracaat eden kimselere ya bir ilaç tavsiye eder ya da hekime gönderirdi.1) “İsmid (sürme taşı) çekin. O gözü açar ve kirpikleri besler.” (Tirmizi Libas 23; Ahmet bin Hanbel, Müsned 3/476).2) “Gözü ağrıyan birisine Hz. Peygamber Efendimiz (sas) “Sabur ile tedavi et” buyurdu.” (Müslim, Hac 89, 90).3) Çörek otu ölümden başka her derde devadır. (Buhari, Tıb 7).4) Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti içmek, hacamat vurmak, dağlamak. {Dağlama daha sonra men edilmiştir.) (Buhari, Tıb 3; Ahmed bin Hanbel, Müsned 1/246).5) “Ud-u hindi (kustu hindi) kullanmaya devam ediniz. Onda yedi türlü şifa vardır. Uzre, (bademcik iltihabında) boğaza üflenir. Zatülcenbde hastaya içirilir.” {Buhari, Tıb 10; Müslim, Selam 86,87; İbn Mace, Tıb 12, 17).6) “Umeys’in kızı Esma müshil olarak şubrun kullanıyordu. Hz. Peygamber Efendimiz (sas) keskin ve ağırdır buyurdu. Sonra Esma sena otu kullandı.” (Tirmizi, Tıb 30)7) “Peygamber Efendimiz (sas) baş ağrısından şikâyet eden bir kimseye kan aldırmasını tavsiye etti.” (Müslim, Selam 71).8)” Resulullah (sav)’in kanının durdurulması şu şekilde yapıldı. Hz. Ali kalkanın içinde su getirdi. Hz. Fatıma O’nun kanını yıkadı, sonra bir hasır yakıldı. Ve onun külü ile yara kapatıldı. (Buhari, Vudu 72; Tirmizi, Tıb 34, İbn Mace, Tıb 15; Ahmet bin Hanbel, Müsned 5/330, 334).9) “Hz. Peygamber ateşli bir kadının su ile serinletilmesini tavsiye etti.” (Müslim, Selam 82).10) Hz. Peygamber (sas) dövme (tatuağe) yaptırmayı yasaklamıştır.” (Buhari Tıb 26, Libas 86; Ebu Davud Libas 8).11) “Peygamber Efendimiz (sas) kesilmiş burnun tamiri mülahazasıyla altından burun yapılmasına müsaade etmiştir.” {Tirmizi, Libas 31).Hz. Peygamber (sas)’in tıp ile ilgili hadisleri ta başlangıçtan itibaren dikkati çekmiş, muhaddisler tarafından meşhur altı hadis kitabı (kütub-i sitte)’nın müellifleri, eserleri arasında tıbb-ı Nebevî’ye müstakil bir kitap veya bölüm ayırmışlardır. Buhari kitabu’t-tıb ve kitabu’l-merda, başlığı altında iki bölüm, Ebu Davud kitabu’t-tıb diye bir bölüm, Tirmizi cami olarak adlandırılan eserinde tıp bölümüne yer vermiştir. Keza İbni Mace, Müslim, Nesei, Ahmet Bin Hanbel, İmam Malik eserlerinde tıpla ilgili hadislere yer vermişlerdir. Daha sonra müstakil olarak tıbb-ı Nebevî adını taşıyan eserler yazılmıştır. İlk Tıbb-ı Nebevi H. 120. yılında yaşamış Abdül-Melik B. Habib tarafından yazılmıştır. (7)Brokelman ve Katip Çelebi 10’dan fazla Arapça Tıbb-ı Nebevi olduğundan bahsederler. Bundan başka Farsça, Urduca ve Türkçe Tıbb-ı Nebeviler mevcuttur. İstanbul kütüphanelerinde 20’nin üstünde Türkçe Tıbb-ı Nebevi’nin bulunduğunu tesbit ettik.(3). Osmanlı döneminde son yazılan Tıbbı Nebevî Dr. Hüseyin Remzi Bey (1896)’e aittir.(12). Cumhuriyet döneminde bu konuda Mahmut Denizkuşları tarafından Bursa İslâm Enstitüsü’nde bir doktora tezi yapılmıştır.(9) Yakın zamanlara kadar İslâm ülkelerinde Tıbb-ı Nebevi kitapları bir sağlık el kitabı olarak elden ele dolaşmıştır.Bugün Hz. Peygamber (sas)’in tıbbî hadisleri yukarıda ifade edildiği gibi tıbbî telakkilerimize uygunluk göstermektedir. Bu hadisler, tıp sahasındaki bugünkü gelişmelerden asırlar önce ifade buyrulduğu için, bir tıbbî hikmet, hatta tıbbî mucize telakki edilmelidir. Bundan böyle tıbb-ı Nebevî çalışmaları hadis âlimleri ile birlikte konu ile ilgili ihtisas dalından hekimler tarafından müştereken yapılmalıdır.(13)KAYNAKLAR |
MANEVİ YÖNDEN BÜTÜN BELA VE HASTALIKLARI TEMSİL EDEN (RIHÜ AHMER VE DAÜ EKBER) ADI İLE BİLİNEN MAHLÜKUN HAL TERCEMESİ
Kuvvetli, kudretli bir hükümdar ve peygamber olan Süleyman (A.S)’ ın veziri ASIF bin burhıya’dan rivayet olur :
<< Süleyman (A.S) günlerden birinde otururken tahtı hükümetinde bulunan ekabiri devleti, cin ins, envaı eryah, vahşi hayvanlar ve kuşlar hazır bulunuyordu.Süleyman (A.S)’ın hatırına bir şey geldi. Allahü teala bana cin, ins , vahşi hayvanları, kuşları emrime vermiştir. Acaba emrime vermediği hiç mahluk kalmış mıdır? Buyurdu, bunun üzerine veziri ASIF :
<< Ey Peygamberi Zişan, Cenab-ı hakk’ın sana verdiği şeylerin cümlesi Allah’ın yarattıklarına nisbeten hardal tanesi kadar bile hükmü yoktur,>> dedi
o anda dalgalanarak ; ateşten ibaret olan azalarını birbirine vurarak – çarparak korkunç simalı bir mahluk göründü. Eni ve boyu kırk arşın idi. Süleyman (A.S)’ın veziri :
Süleyman (A.S) :
Ey korkunç şahis kainatın yaratıcısının adı ile sana and veririm kimsin? Ve adın nedir? Afat’ın zararın ve vazifen nedir? Diye sordu. O mahluk :
<< Ey Allah’ ın peygamberi ben (rıhı ahmer ve da’ü ekber)’im vazifem, Cenabı Hak dünyada kullarından birbirine bir hastalıkla azap edeceği vakit beni ona musallat eder. Allah’ın emri ile bana hizmet edenler de vardır. Cenabı hak dört yüz türlü hastalığı bana tevdi etti. Ve o hastalıklara karşı ilaç ve tedavi yarattı. Bunların cünlesini bana bildirdi>> dedi
Süleyman (A.S) : << Cenabı hakkın ismi ile sana and veririm. Bu hastalıklar kaç çeşittir>> diye sordu? Rıhı Ahmet cevaben :
<< Ya nebiyyallah, hastalıkların çeşitleri pek çoktur, lakin bendeki hastalıkların özeti ondörttür : BASUR, YEL, BAĞIRSAK GÜRÜLTÜSÜ, SİSKİNLİK, MİDE BULANMASI, GÖBEK VE KALBİN TAZYİK VE SIKMASI, SIRT AĞRILARI, BAŞ HASTALIKLARI, DAMARLARIN İLTİHAB VE AĞRILARI VE TIRA DENİLEN HASTALIK bunlardan bir parçadır>> dedi devamla : Tıra demek, insan her gördüğü şeyden huylanarak vesvese edip, işlerini tehir etmek manasına gelir. İlik ve kemiklerdeki rıhı tayyar ki zamanımızda romatizma ile maruftur. Muzak kapalı bir tabirdir. İhtimal yellere nafi olan anason, havlıncan ve pelin den yapılan şuruplar olsa gerekir.
· DELİLİK : Rıhı Ahmer devam ederek :
<< deliliğin, dimağdaki kan galeyanının, kan basıncının vesvesenin ve insanı yere vurmak gibi hastalıkların ilacı : yonca tohumdur. Kullanılma şikli : yonca tohumu öğütüldükten sonra sıcak su ile lapa halinde başa konur.>> dedi.
Rıhı Ahmer :
<< Bazen insanın basına vururum; bundan türlü tahayyülat gösteren kan hastalığı neş’et eder, gözüne ateş görünür veya kendisini öldürecek ve dövecek korkunç mahluklar görür ve şiddetli bir şekilde bağırır.
Zira cenab-ı hak kullanırından birbirine azap etmek istediğinde bu en şiddetli hastalığı musallat eder. Kur’an-ı Kerim’de << kullanırımdan dilediğime azap eder, dilediğime bağışlarım>> buyurduğu bu hastalıktır.
Bu rüzgarların bazıları çocuklara isabet etti mi renkleri solar, sararır, derileri siyahlaşır, salyaları kurur, gözleri çukurlaşır, inlemeleri şiddetlenir, ağlamaları ; ızdırapları ziyadeleşir. Uykuları kaçar.
Bu hastalığa yakalanan, felç yani nüzül ve titreme gelmiş gibi gayri ihtiyarı olarak titrer bu gibi hastalar fazla keyiften, tesirli hadiseden, suya bakmaktan, fazla korku ve ürkmekten kaçınmalıdır çünkü hastalık tekrar neş’et eder diğer bir ilacı :
Musasa yumurtası ile tütsülenir.
Münasip yağlarla (lakva yağı) ile de masaj yapılır.
Duası yazılarak taşınırsa – inşallah – şifa bulur.
Süleyman (A.S) :
<< ey Rıhı Ahmer, sana and veririm, daha ne gibi zararların vardır >> dedi Rıhı Ahmer cevaben :
<< Ey Allah’ın Peygamberi; ben bir adamın beynine girersem aklını alırım. Vücuduna girersem basur, fiskül gibi bir çok hastalıklara sebep olurum>> dedi Süleyman (A.S) bu korkunç sözleri işitince etrafında olanlara bu mahlukun yakılmasını ve öldürülmesini emretti o mahluk :
<< Ey Allah’ın Peygamberi, beni kimse öldürmeye ve yakmaya kadir olamaz Cenab-ı Hak beni bunun için yarattı ve ömrümü uzattı deyip kayboldu.
Süleyman (A.S) :
<< ey Rıhı Ahmer, Allah’ın adı ile sana and verdim, maiyetinde ne kadar rüzgar ve yel vardır>> dedi o mahluk
<< Ya nebiyallah; yanımda gasıf, asıf, sarsar, akim, sam rüzgarları vardır, bunların esintileri eyyamı nahıs yani uğursuz günlerde olur, akıllı adam bu günlerde evden çıkmamalıdır. Bütün şakalardan, oyunlardan muharebe ve buna benzer şeylerden sakınmalıdır>> dedi Süleyman (A.S)
<< ey korkunç mahluk sana and veririm. Rüzgarlardan başka bir şey kaldı mı?>> diye sorunca O korkunç mahluk :
>> Ya nebiyallah ; yanımda Cenab-ı Hakk’ın ahır zamanda memleketleri, köyleri ve dağları helak ettireceği rüzgarlar kaldı. Bunların bir kısmı cenuptan eser, insana kıl kadar dokundu mu yarı veya bütün vücudu hareketten muattal eder. Artık hiç harekete gelmez Bunun duası yazılarak taşınır ve okunur. Tekrar yazılarak suyu içilir.
Netice olarak :
Rıhı Ahmer Da’ü ekber denilen bu mahluk Cenab-ı Peygamber (A.S) efendimizin zamanına kadar görünmedi : Peygamberimizin torunu Hasan (R.A) iç hastalığı ile kan dökmeye başladı Hasan (R.A) ‘ın hastalığını resulullah ve ashabı duyunca Cebrail (A.S) nazil olarak :
<< hazreti Hasan (Rıhı Ahmer) ile hastalandı>> diye Cenab-ı Peygambere haber verdi. Cenab-ı Peygamber, Cebrail (A.S)’a :
<< Bunun ilacı var mıdır? <<buyurdu>> Cebrail (A.S) vardır, dedi ve oradan ayrıldı, sonra resulü Ekrem’e geldi :
Ya Resulullah Cenab-ı Hak sana bu duayı hediye olarak gönderdi. Hazreti Hasan taşısın şifa bulur, ömründe bir kere dahi okuyan Rıhı Ahmer Da’ü Ekberden emir olur>> dedi
Cenab-ı Peygamber << Hak sana bu duayı hazreti Hasan’a okudu ve bir şeyi yokmuş gibi şifaya kavuştu herkez bu duayı öğrensin, öğretsin, okusun ve üzerinde taşısın>> buyurdu.
BÜNYE FARKLARI VE İLAÇLARIN TESİRİ
Yorum bırakın