İslam ve Saglık

ŞİFALI BİTKİLER HAKKINDA HADİSLER VE ÖĞÜTLER
Şifalı bitkilere dair 40’ın üzerinde bitki mevcuttur. Bunların bir çoğu bir kişi kitabın tercümesinden ibaret olup, sınırlı bilgiler ihtiva etmektedir.
Elinizdeki eser 40’ın üzerinde kitabın taranması olduğu gibi halkın bizzat deneyerek elde ettiği bilgileri de bulunmaktadır. Ayrıca araştırmalarımı da bir araya getirip kitaba ekledim.
Bitkilerle tedavi binlerce yıllık tecrübe ile ortaya çıkmış ve bugün yeniden alakamızı celbederek günlük hayatımızda daha sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Halihazırda gelişmiş uzak doğu ülkelerinde şifalı bitkilerden müteşekkil terkipler uygulanmaktadır.
Bitkilerle tedaviye başlamadan önce hastalığın teşhisinin konulmasından yarar vardır. Kesin netice alabilmek bununla mümkündür. Bilinen hastalıklarda tarif edilen kullanma şekillerine uyulduğu taktirde kısa zamanda sonuç alınabilir.
Şunu da akıldan çıkarmamak gerekir, her bitki her insanin bünyesine ayni şekilde faydalı olmayabilir. Dahası birileri için faydalı olan bir bitkinin bir başkasında rahatsızlık yapabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bilgileri tabiplerimizin ve işinin ehli fitoterapistlerimizin teşhis ve tedavilerini yabana atmadan icra etmek gerekir. Tıbbi bitkilerle tedavide hastalığın şekline göre 1 günde hatta bir seferde kullanmakla bile netice alınabileceği gibi bazen 1 hafta yada 1 ay hatta 2-3 ay gibi tedaviye devam mecburiyeti olabilir. Tıbbi bitkilerin etkileri nisbeten yavaş fakat kesin faydalardır.
Bazı basit bilinen hastalıkların bitkilerle tedavisinden kısa zamanda netice alınabiliyorsa teşhis için bir doktora başvurmak gerekir. Her halukarda evvela teşhis konulmalı, sonra tedaviye geçilmelidir.
Peygamber (s.a.v)’in kendisinden tedavi olması, ev halkından ve ashabından hastalananlara tedavi omlarını emretmesi , bu konudaki
Yol göstericiliğin bir işaretidir zaten insan sihhate olmazsa varlığı neye tarar dünyevi ve uhrevi muvaffakiyetler vücudun sıhhatine bağlıdır. Vaktiyle dünyaya hükmeden Kanuni Sultan Süleyman tarihi söylemiyle ne güzel ifade etmiştir :
Halk içinde muteber bir nesne yok, devlet gibi olmaya devlet cihanda bir nefes, sıhhat gibi.
Sıhhat hayatın mekanizmasıdır, her muvaffakiyet ona bağlıdır. Dünyada ondan daha kıymetli bir şey yok denilse de caizdir. Dünyada en büyük devlet, nimet sıhattedir.
Rasulullah’ın (es alüke afvel afiye) hadisi şerifi de bize Allah’tan af ve afiyet isteyin buyurması bize afiyetin en büyük bir nimet olduğunu göstermektedir. Af Müslüman’a ne kadar lazımsa, afiyette sıhhate o kadar lazımdır. Bu hadisi şerif bize af ve afiyetin kıymetini bildirmektedir. Ve yine Rasülullah ilim ikidir. Biri bedene biri dine ait olan ilimdir buyurmuştur. Bedene ait ilmi önce ifade etmekte tıp ilminin ve hafızı’s-sıhanın ehemmiyetini belirtmiştir.
Hadisede de Allah afiyette olmanızı sever, buyurmuştur. Amcası Abbas’ a da : Ya Abbas Allah’tan dünya ve ahirette afiyet iste, buyurmuştur. Rasulullah yine bir hadisinde ashabına :
– Allah’tan af ve afiyet isteyiniz. Bir kimseyi Allah’ın birliğine yakın bir ilim verildikten sonra, afiyetten hayırlı bir şey verilmemiştir.
Buyurmuştur. Ve yine sahabeden birinin : Ya Rasulullah namaz kıldıktan sonra Allah’tan ne isteseydim? Sözüne : afiyet iste buyurmuşlardır. Sıhhat ve afiyeti yerinde olmayan insan din ve dünyası için ne iş yapabilir. İslam dini sıhhatli beden için her türlü temizliği sevap kötülüğü de günah addetmiştir.
Rasulullah kıyamet gününde Allah’ın insanlara vermiş olduğu nimetlerden en evvel sorulacak şey ( senin vücuduna sıhhat verdim mi ) suali olacaktır buyurmuştur. Bu suretle sıhhat nimeti bütün nimetlerin üstünde addedilmiştir
Rasulullah iki nimet vardır ki insanların ekserisi bundan gafildir. Biri sıhhat nimeti diğeri boş zamandır buyurmuştur.
Yine bir hadisi şeriflerinde hastalık gelmeden evvel sıhhatin kıymetini bil, meşguliyet gelmeden boş zamanın kıymetini bil buyurmuşlardır…
ŞARKIN BÜYÜK ADAMI İBNİ SİNA
Şarkın büyük adamı İbni Sina hiçri 370 miladi 980 senesi Ağustos ayında buhara Khormisen Kasabasında doğmuştur. Babası Sinan oğlu Abdullah’tır, Belhte doğmuştur. Saman oğullarından 2’nci Nuh ibni Mansur (M. 976-977) zamanında Buhara’ya geldi. İşbilir liyakatli bir iş adamı olduğu için vezirlerin dikkatini çekmiş müteaddit memurlardan sonra Khormisen’e memur olarak gönderildi. Ve burada afşen Nahiyesinden yıldız isimli bir kızla evlendi.
Eserlerini Arapça yazdığı için İbni Sina’ya araptır diyen bazı garp mütefekkirleri oluşmuştur halbuki İbni Sina Türktür.
İbni Sina biraz büyüdükten sonra babası ile birlikte Buhara’ya döndü orada tahsile başladı. 10 yaşında Kur’anı ezberledi. Daha sonra çeşitli hocalardan hesap, hendese fıkıh, kelam, mantık, felsefe, tıp okudu. Bazı okuduklarını müşahededen geçirdi.
Durmadan çalışıyor, okuyor ve yazıyordu. Gündüzün halledemediği meseleleri gece hallediyordu.
Bu şekilde çalışan İbni Sina daha sonraları metafiziğe başladı. Bu hususta hayli çalıştı. Çözemediği anlayamadığı bir hayli meseleyi de, elde ettiği farabi’nin bir eserinden öğrenince Secde-i Şükrana kapandı, fakirlere sadaka verdi.
İbni Sina’nın fikir inkişafında Samanoğulları sarayının büyük tesiri olmuştur.
Hastalanan Saman oğlu Nuh, İbni Sina’nın tedavisi ile iyi olmuştur. Bu muvaffakiyet Şarkın genç, dev alimine meşur “Sivan’ul hikme ismindeki saray kütüphanesinin kapıları açılmıştır. Farabi’nin ettalim üssani” adlı eseri burada yirmi iki yaşında tekik eder.
Babasının ölümünden sonra Harzem’e gitti. Bazılarının tesiri ile Gazneli Sultan Mahmud’un Takibatına uğradı. Bu endişeden dolayı Şehl İbni Sina Mesih ile Harzem çölünü geçerken açlık ve susuzluktan Sehl İbni Mesih öldü. Kendisi de canını zor kurtararak Cürcan’a (1019) da geldi.
Bugün tedrisle uğraşan meşhur bir üstad, veya hastaları ile uğraşan tabib yarın memleketin idaresini yüklemiş vezir, ertesi gün hükümdarın takibatından kurtulmak için saklanan hapis.
Ama o dershanesinde ve kliniğinde olduğu gibi, nezaret masasında da hapishane köşelerinde de daima düşünen bir alim yazan bir müellif olarak kalmıştır.
Onun korkunç kasırgalar önünde sürüklenen bir hayat içinde bitmeyen tefekkürü, daimi didinişi dimağ ve bünyesinin ne payansız bir enerji ve hayatiyete sahip olduğunu göstermektedir.
İrfan sahasının genişliği anlatan eserlerinin listesini tetkik ettiğimizde karşımıza sistem sahibi bir feylesof, alim bir tabib, kudretli bir mantıkçı keskin nazarlı hey’et şinas bir riyaziyetci, tecrübe ve müşahedeyi rehber edinen bir alim yükselmektedir.
Gariptir ki eserlerin en kıymetlilerini ya taibata uğradığı veya bir kalede mahpus kaldığı zamanlarda yazmıştır.
İbni Sina ilmen olduğu kadar ahlaken de üstün bir insandı. Siyasi yollarla kendisine türlü cefa çektirmiş insanlardan intikam almak fırsatını eline geçtiği vakitlerde bile buna tenezzül etmemiştir.
Genç yaşlarında bazı islama uymayan fikirleri vardı. Sonradan Horasan’ın meşur evliyalarının islahi ile tamamen ehli sünnet Çerçevesini girdi. Hatta son zamanlarda söylediği sözlerden bazıları : Bütün Kainatın Sığınağı senin mağfiretindir. Seni övenler senin sıfatının vasfından aciz kaldılar. Biz beşeriz sen bizim tevbemizi kabul et. Seni hakkı ile tanıyamadık “ey bütün kainatı harekete getiren zat – ala maksad ve garaz sensin ve sen öyle bir gayesin ki senin yerini başkası tutmaz. Kalbinde senin azametinden başka hardal tanesi kadar sevgi bulunan kalb hastadır.
Yarabbi vuku bulunduğu kimseyi dar bir maişet çerçevesi içine alan fitneden sana sığınırız. Yarabbi simdi sana döndük dönüşümüzü kabul et. Senden yüz çeviren kalpleri kendine çevir. Eğer sen nefislerimizden hastalığını ve körlüğünü iyi edip şifaya erdirmezsen senden başka kime müracaat edilir.
Dünyaya da işte dünya dediğin budur, kenetlenmesi kırılmak ve yapılması yıkılmak içindir. Gözü ile bakan İbni Sina bütün malını Allah için verdi. Vefatına kadar her gece yüz rekat namaz kılıyor ve her üç günde bir hatim yapıyordu.
Sahte gururunu bir türlü yenme kudretini kendinde bulamayan garp süfli hurafeler içinde boğulurken şarkın ilim sultanı kainatın değişmez kanunlara bağlı olarak olduğunu arz kabuğunun orogenik ve tektonik kuvvetlerle tekevvün ettiğini izah etmişti.
Kitaplarından başta “KANUN” ve “URCUZE” olmak üzere bir çocuğu Latince’ye daha sonra İngilizce’ye, Fransızca’ya, Almanca’ya tercüme edilmiş ve müteaddit defalar basılmıştır.
1023 tarihinden itibaren alaüddevle ebu Cafer-Kaküveyhin yanında günlerini geçirmiştir. Kendisini çok seven sultan onu daima yanında bulunduruyor, hatta harbe gittiği zamanlarda bile yanında bulunduruyor, hatta harbe gittiği zamanlarda bile yanından ayırmıyordu… Yine böyle bir seferde iken hastalandı, Hemedan’a getirildi. Birkaç gün sonra 21 Haziran 1037’de hayata gözlerini yumdu. Allah’ın rahmeti üzerinde olsun…
“Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz..”
-DAVUD-İ ANTAKİ (bin Ömer’ul basir) KİMDİR ?
Meşhur tıp alimi ve hekim olup hicri 950 tarihinde Antakya’da doğmuş riyaziye ve tabiiye ilmi ile fenni tıbbi ve Yunan lisanı öğrendikten sonra Şam’ın her tarafını gezerek oranın ulemasından muhtelif ilimler tahsil etmiş ve sonra Mısır’a giderek oraya yerleşmiştir.
Tabiplikte ve diğer ilimlerdeki üstün bilgisi ile böyle şöhret kazanmıştır.
Mekke Şerifi Hasan Bin Ebi Nümey tarafından davet olunarak Mekke-i Mükerreme’ye gitmiştir. Sonradan iki gözünden ama olup çok zeki olması sebebi ile kendisine “BASİR” lakabı takılmıştır. Hicri 1008 tarihindeki Mekke-i Mükerreme’de vefat etmiştir.
TIBB-İ NEBEVİ
Kur’ân-ı Kerim, her biri batılı İlim adamları tarafından araştırma konusu yapılan tıp, astronomi, jeoloji, botanik gibi çeşitli bilim dallarına temel teşkil edecek bilgiler veriyor(1), Özellikle insan sağlığını ilgilendiren tıbbî konular önemli bir yer tutuyor(2). Aynı şekilde Peygamberimiz (sav)’in de sağlıkla ilgili pek çok hadis-i şerifleri var. İşte tıbb-ı Nebevi bunlardan oluşuyor.
 

Aslında biz müslümanlar, Hz. Muhammed (sav)’i tabîb-i kulûb, yani inançsızlıktan ruhları ve dünyaları kararmış insanlara hayat bahşeden, gönül aydınlığı ve ebedî kurtuluş getiren “kalblerin tabibi” olarak tanırız.
Hz. Peygamber (sav)’in tıbba dair hadisleri tabib gözü ile ele alınırsa bir bölümünün genel tıp konularına, fakat pek çoğunun koruyucu hekimliğe, bir kısmının da tedavi edici hekimliğe ait ilaç tariflerinden ibaret olduğu görülür. Bunlar tıbbî tavsiye, öğüt ve reçeteler de olarak özetlenebilir. Bu hadisler bugünkü tıbbi telakkilerimize uygunluk göstermesinden başka, Arap yarımadasındaki tıbbi uygulamaları düzeltmek ve tababete ilmi bir hüviyet kazandırmak gibi önemli bir rol oynamış ve ortaçağa hakim olan bir İslâm tababetinin doğmasına sebep olmuştur(3). Gerçekten o devirde Araplar tababet konusunda çeşitli yanlış telakki ve uygulamalara sahip bulunuyorlardı. Bu konuda şu örnekler verilebilir(4,5):
Araplar beraberlerinde bir tavşan kemiği taşıdıkları takdirde hastalıklardan korunacaklarına inanırlar; yılan sokmuş bir kimseyi yılanın zehiri vücutta yayılmasın diye uyutmaz, üstüne başına ziller takarlardı. Korkmuş bir kadının yüreğinin soğuduğuna inanarak sıcak su içirirlerdi. Çocukların çürük dişlerini güneşe doğru attıkları takdirde yeni dişlerin muntazam çıkacağına inanırlar, şaşılığı değirmen taşına baktırarak tedavi ederler, yaraları kızgın demirle dağlar, vebadan korunmak için merkep gibi anırırlar, hastaları kâhinlere götürür, sihir yapar, tapınaklara kurban keser, böylece hastaların içine girmiş şeytanların çıkacağına inanırlardı. Hz. Peygamber (sav) yukarıda zikredilen batıl ve ilmî değeri olmayan bu uygulamaları kaldırmış, tababete yeni bir anlayış getirmiştir. Şöyle ki, tabib olmayanların hasta tedavi ettikleri takdirde verdikleri zararın ödetilmesi, tabiblerin alacağı ücretin meşru olduğu, bulaşıcı hastalıklara karşı korunma, salgının bulunduğu yere girmemek ve bu yerde bulunuyorsa dışarı çıkmamak (karantina), vücut temizliği, yiyeceklerin ve çevre temizliğine önem vermek, yiyecek ve içeceklerde itidali muhafaza etmek, hastalanınca tedavi olmak ve tedaviye inançla bağlanmak, hastalıklarda çeşitli tedavi usulleri tarif ederek bir ilaç telakkisi oluşturmak, haram nesnelerle tedavi yapılmaması gibi tavsiyeler yanında, hastalık anında hazık (mütehassıs) hekime müracaat etmek, cahil tabiblerden uzak durmak gibi çok önemli konulara temas buyurmuşlardır. Bu konuda pek çok örnekler verilebilir (3,4,5,6,11)
1)Kim bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya kalkışırsa, sebeb olacağı zararı öder.” (Ebu Davud, Diyat 23; Nesai, Kasame 41; İbni Mace, Tıb 16).

1. Bucaille, M.: La bible, le coran et la Science (çev. Yıldırım, S.) Silm Matbaası İzmir, 1981.
2. Opitz, K.: Kur’ân’da tababet (çev. Uzluk. F.N.) Ankara Ü.Tıp Fakültesi yayınları No: 240, A.Ü. Basımevi, 1971.
3. Ataseven, A.: Kırk tıbbı hadis Tıbb-ı Nebevi” (hazırlanıyor)
4. Corci Zeydan: İslâm Medeniyeti tarihi (terc. Megamiz, Z.) Cilt III. İstanbul sh. 35, 1876.
5. Tahirül-Mevlevi: Müslümanlığın medeniyete hizmetleri (sadeleştiren Sert, A.) cilt I. İstanbul sh. 57, 1974.
6. Sarı (Akdeniz. N.: Tıbb-ı Nebevi, Yeni Symposium. 19:65, Nisan 1981.
7. Küçük, R.; Tıbbı Nebevi literatürü üzerine bir deneme. İlim ve Sanat sayı 3. Eylül-Ekim 1985.
8. Ataseven A.: Tıbbı Nebevi’den bahisler, bulaşıcı hastalıklar. İslâm Mec. cilt 1 sayı 1sh, 52 Temmuz 1984.
9. Denizkuşları, M.: Peygamberimiz ve Tıp Doğuş matbaası. İst. 1981.
10. Ataseven. A.: Sünnet “Hitan” Hekimler Birliği Vakfı Kandil Matbaası Ankara, 1985.
11. Aşçıoğlu, Ö.: Tıbb-ı Nebevi’de Dermatoloji. Gevher Nesibe Bilim haftası ve tıp günleri, sh. 518, 1982.
12. Dr. Hüseyin Remzi: Tıbb-ı Nebevi (Osmanlıca) İstanbul, 1324/1906.
13. Ataseven, A.: Tıbb-ı Nebevi (Dr. A. Ata)
Not:Prof. Dr. Asaf ATASEVEN Yazısıdır.

2) Sad İbn Vakkas hastalanmış Hz. Peygamber (sas) ziyaretine gitmiş. Sad’ı evinde hasta yatar görünce Haris bin Kelde’yi çağırın, O iyi bir hekimdir, sizi tedavi etsin” buyurmuştur. (Ebu Davud, Tıb 12).
3)”Allah derdi de çareyi de verdiği gibi her dert için bir ilaç yaratmıştır. Bu sebeble tedaviye devam ediniz. Fakat haramla tedavi etmeyiniz.” (Ebu Davud, Tıb 11).
4) “Allah şifanızı sarhoşluk veren şeylerde yaratmamıştır.” (Buhari, Eşribe 15).
5) “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhari, Rikak 1; Tirmizi, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15)
6) “Lanetlenmiş iki şeyden sakının:
– Ya Rasulallah o iki şey nedir?” dediler. Peygamber Efendimiz (sas):
-“İnsanların gelip geçtiği yola ve gölgelendiği yere abdest bozmaktır.” buyurdu. (Müslim, Taharet 68; Ebu Davud, Taharet 15; Ahmet bin Hanbel, Müsned 2/372).
7) “Sizden biriniz durgun suya bevl etmesin.” (Buhari, Vudu 68; Müslim, Taharet 94; 96; Ebu Davud, Taharet 36).
8) “Hastayı üç gün geçmeden yoklamayınız.” (Ramuz’el-Ehadis 2/489).
9) “Bir yerde veba olduğunu işitirseniz oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba vukua gelirse oradan ayrılmayınız.” (Buhari, Tıb 30; Müslim, Selam 92, 93, 94, 98, 100)
10) Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız.” (Buhari, Merda 19; A. Bin Hanbel, Müsned, 2/443).
11) “Cüzzamlıyla aranızda bir mızrak boyu mesafe olduğu halde konuşunuz.” (Ramuz el-Ehadis 2/471).
12) “Köpek bir kabı yalarsa onu yedi defa yıkayın. O yedinin birinde toprakla temizleyin.” (Buhari, Vudu 33; Davud, Taharet 37; Tirmizi, Taharet 68)
13)”Size ne oluyor ki, dişleriniz sararmış olduğu halde yanıma geliyorsunuz. Misvak kullanınız.” (A. b. Hanbel, Müsned 1/214).
14) “Misvak hakkında tavsiyelerimi size çok tekrarladım.” (Buhari, cuma 8; Nesai, Taharet 5; A.b. Hanbel, Müsned 3/143; Darimi, Vudu 18)
15) “Allah temizdir, temizi sever. Etrafınızı temizleyiniz.” (Tirmizi, Edeb 41).
16) “Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim, Taharet, 1; Tirmizi, Daavat 86; A.b. Hanbel Müsned 4/260, 5/342, 343, 344, 363, 370, 372; Darimi, vudu 2).
17) “Her müslümanın yedi günde bir yıkanması Allah’ın onun üzerinde hakkıdır.” (Müslim, Cuma 9).
18) “Yiyecek ve içeceklerinizin kaplarının ağzını açık bırakmayınız.” (Müslim, Eşribe 96, 98; Ebu Davud, Eşribe 22; Tirmizi Et’ime 15).
19) “Efendimizin en çok sevdiği elbise hiberadır.” (Hibera Yemende yapılan yeşil, pamuklu bir hırkadır) (A.b. Hanbel, Müsned 3/292; Değişik bir lafızla Ebu Davud, Libas 12).
20) “İçkide şifa yoktur.” (Darimi, Eşribe 6).
21) “Sarhoşluk veren her içki haramdır.” (Buhari, Edeb 80; Müslim Eşribe 73, 75; Ebu Davud Eşribe 5).
22) “İçkiden sakının. Zira o her kötülüğün anahtarıdır.” (Hakim, Müstedrek; Beyhaki, Şiabül-İman; Ramuz el-ehadis, 1/212).
23) “Kadınlaşan erkeklere, erkekleşen kadınlara Allah lanet eder.” (Feyzül Kadir 5/271).
24) “Size denk olan kadınlarla evleniniz.” (İbn Mace, Nikah 47).
25) “Ey gençler topluluğu, evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü gözü korur… Evlenmeye gücü yetmeyen oruç tutsun.” (Buhari, Nikah 3,60).
26) “Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız” (Feyzül Kadir 4/212).
27) “İnsanlar madenler gibidir. Eğer dinde anlayışını derinleştirebilirse cahiliyede hayırlı olan İslam’da da hayırlıdır.” (Buhari, Enbiya 19).
28) “Budala (dini diyaneti iyi olmayan) kadınlara çocuklarınızı emzirtmeyiniz. Zira tesir eder.” (Kenzül-İrfan).
29) “Seyahate çıkınız, sıhhat bulursunuz.” (Taberanî)
30) “Beş şey fıtrattandır: Bıyıkları kesmek, kasık kıllarını tıraş etmek, koltuk altı kıllarını yolmak, tırnakları kesmek ve sünnet olmak.” (Buhari, Libas 63, 64; Müslim, Taharet 49, 50).
Şimdiye kadar zikredilen hadis-i şerifler genel tababet ve koruyucu hekimliğe dair seçtiklerimizdir. Biraz da tedavi konusunda örnekler verelim.
Hz. Peygamber (sas) kendisine müracaat eden kimselere ya bir ilaç tavsiye eder ya da hekime gönderirdi.
1) “İsmid (sürme taşı) çekin. O gözü açar ve kirpikleri besler.” (Tirmizi Libas 23; Ahmet bin Hanbel, Müsned 3/476).
2) “Gözü ağrıyan birisine Hz. Peygamber Efendimiz (sas) “Sabur ile tedavi et” buyurdu.” (Müslim, Hac 89, 90).
3) Çörek otu ölümden başka her derde devadır. (Buhari, Tıb 7).
4) Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti içmek, hacamat vurmak, dağlamak. {Dağlama daha sonra men edilmiştir.) (Buhari, Tıb 3; Ahmed bin Hanbel, Müsned 1/246).
5) “Ud-u hindi (kustu hindi) kullanmaya devam ediniz. Onda yedi türlü şifa vardır. Uzre, (bademcik iltihabında) boğaza üflenir. Zatülcenbde hastaya içirilir.” {Buhari, Tıb 10; Müslim, Selam 86,87; İbn Mace, Tıb 12, 17).
6) “Umeys’in kızı Esma müshil olarak şubrun kullanıyordu. Hz. Peygamber Efendimiz (sas) keskin ve ağırdır buyurdu. Sonra Esma sena otu kullandı.” (Tirmizi, Tıb 30)
7) “Peygamber Efendimiz (sas) baş ağrısından şikâyet eden bir kimseye kan aldırmasını tavsiye etti.” (Müslim, Selam 71).
8)” Resulullah (sav)’in kanının durdurulması şu şekilde yapıldı. Hz. Ali kalkanın içinde su getirdi. Hz. Fatıma O’nun kanını yıkadı, sonra bir hasır yakıldı. Ve onun külü ile yara kapatıldı. (Buhari, Vudu 72; Tirmizi, Tıb 34, İbn Mace, Tıb 15; Ahmet bin Hanbel, Müsned 5/330, 334).
9) “Hz. Peygamber ateşli bir kadının su ile serinletilmesini tavsiye etti.” (Müslim, Selam 82).
10) Hz. Peygamber (sas) dövme (tatuağe) yaptırmayı yasaklamıştır.” (Buhari Tıb 26, Libas 86; Ebu Davud Libas 8).
11) “Peygamber Efendimiz (sas) kesilmiş burnun tamiri mülahazasıyla altından burun yapılmasına müsaade etmiştir.” {Tirmizi, Libas 31).
Hz. Peygamber (sas)’in tıp ile ilgili hadisleri ta başlangıçtan itibaren dikkati çekmiş, muhaddisler tarafından meşhur altı hadis kitabı (kütub-i sitte)’nın müellifleri, eserleri arasında tıbb-ı Nebevî’ye müstakil bir kitap veya bölüm ayırmışlardır. Buhari kitabu’t-tıb ve kitabu’l-merda, başlığı altında iki bölüm, Ebu Davud kitabu’t-tıb diye bir bölüm, Tirmizi cami olarak adlandırılan eserinde tıp bölümüne yer vermiştir. Keza İbni Mace, Müslim, Nesei, Ahmet Bin Hanbel, İmam Malik eserlerinde tıpla ilgili hadislere yer vermişlerdir. Daha sonra müstakil olarak tıbb-ı Nebevî adını taşıyan eserler yazılmıştır. İlk Tıbb-ı Nebevi H. 120. yılında yaşamış Abdül-Melik B. Habib tarafından yazılmıştır. (7)
Brokelman ve Katip Çelebi 10’dan fazla Arapça Tıbb-ı Nebevi olduğundan bahsederler. Bundan başka Farsça, Urduca ve Türkçe Tıbb-ı Nebeviler mevcuttur. İstanbul kütüphanelerinde 20’nin üstünde Türkçe Tıbb-ı Nebevi’nin bulunduğunu tesbit ettik.(3). Osmanlı döneminde son yazılan Tıbbı Nebevî Dr. Hüseyin Remzi Bey (1896)’e aittir.(12). Cumhuriyet döneminde bu konuda Mahmut Denizkuşları tarafından Bursa İslâm Enstitüsü’nde bir doktora tezi yapılmıştır.(9) Yakın zamanlara kadar İslâm ülkelerinde Tıbb-ı Nebevi kitapları bir sağlık el kitabı olarak elden ele dolaşmıştır.
Bugün Hz. Peygamber (sas)’in tıbbî hadisleri yukarıda ifade edildiği gibi tıbbî telakkilerimize uygunluk göstermektedir. Bu hadisler, tıp sahasındaki bugünkü gelişmelerden asırlar önce ifade buyrulduğu için, bir tıbbî hikmet, hatta tıbbî mucize telakki edilmelidir. Bundan böyle tıbb-ı Nebevî çalışmaları hadis âlimleri ile birlikte konu ile ilgili ihtisas dalından hekimler tarafından müştereken yapılmalıdır.(13)
KAYNAKLAR
MANEVİ YÖNDEN BÜTÜN BELA VE HASTALIKLARI TEMSİL EDEN (RIHÜ AHMER VE DAÜ EKBER) ADI İLE BİLİNEN MAHLÜKUN HAL TERCEMESİ
Kuvvetli, kudretli bir hükümdar ve peygamber olan Süleyman (A.S)’ ın veziri ASIF bin burhıya’dan rivayet olur :
<< Süleyman (A.S) günlerden birinde otururken tahtı hükümetinde bulunan ekabiri devleti, cin ins, envaı eryah, vahşi hayvanlar ve kuşlar hazır bulunuyordu.Süleyman (A.S)’ın hatırına bir şey geldi. Allahü teala bana cin, ins , vahşi hayvanları, kuşları emrime vermiştir. Acaba emrime vermediği hiç mahluk kalmış mıdır? Buyurdu, bunun üzerine veziri ASIF :
<< Ey Peygamberi Zişan, Cenab-ı hakk’ın sana verdiği şeylerin cümlesi Allah’ın yarattıklarına nisbeten hardal tanesi kadar bile hükmü yoktur,>> dedi
o anda dalgalanarak ; ateşten ibaret olan azalarını birbirine vurarak – çarparak korkunç simalı bir mahluk göründü. Eni ve boyu kırk arşın idi. Süleyman (A.S)’ın veziri :
Süleyman (A.S) :
Ey korkunç şahis kainatın yaratıcısının adı ile sana  and veririm kimsin? Ve adın nedir? Afat’ın zararın ve vazifen nedir? Diye sordu. O mahluk :
<< Ey Allah’ ın peygamberi ben (rıhı ahmer ve da’ü ekber)’im vazifem, Cenabı Hak dünyada kullarından birbirine bir hastalıkla azap edeceği vakit beni ona musallat eder. Allah’ın emri ile bana hizmet edenler de vardır. Cenabı hak dört yüz türlü hastalığı bana tevdi etti. Ve o hastalıklara karşı ilaç ve tedavi yarattı. Bunların cünlesini bana bildirdi>> dedi
Süleyman (A.S) : << Cenabı hakkın ismi ile sana and veririm. Bu hastalıklar kaç çeşittir>> diye sordu? Rıhı Ahmet cevaben :
<< Ya nebiyyallah, hastalıkların çeşitleri pek çoktur, lakin bendeki hastalıkların özeti ondörttür : BASUR, YEL, BAĞIRSAK GÜRÜLTÜSÜ, SİSKİNLİK, MİDE BULANMASI, GÖBEK VE KALBİN TAZYİK VE SIKMASI, SIRT AĞRILARI, BAŞ HASTALIKLARI, DAMARLARIN İLTİHAB VE AĞRILARI VE TIRA DENİLEN HASTALIK bunlardan bir parçadır>> dedi devamla : Tıra demek, insan her gördüğü şeyden huylanarak vesvese edip, işlerini tehir etmek manasına gelir. İlik ve kemiklerdeki rıhı tayyar ki zamanımızda romatizma ile maruftur. Muzak kapalı bir tabirdir. İhtimal yellere nafi olan anason, havlıncan ve pelin den yapılan şuruplar olsa gerekir.
·         DELİLİK :  Rıhı Ahmer devam ederek :
<< deliliğin, dimağdaki kan galeyanının, kan basıncının vesvesenin ve insanı yere vurmak gibi hastalıkların ilacı : yonca tohumdur. Kullanılma şikli : yonca tohumu öğütüldükten sonra sıcak su ile lapa halinde başa konur.>> dedi.
Rıhı Ahmer :
<< Bazen insanın basına vururum; bundan türlü tahayyülat gösteren kan hastalığı neş’et eder, gözüne ateş görünür veya kendisini öldürecek ve dövecek korkunç mahluklar görür ve şiddetli bir şekilde bağırır.
Zira cenab-ı hak kullanırından birbirine azap etmek istediğinde bu en şiddetli hastalığı musallat eder. Kur’an-ı Kerim’de << kullanırımdan dilediğime azap eder, dilediğime bağışlarım>> buyurduğu bu hastalıktır.
Bu rüzgarların bazıları çocuklara isabet etti mi renkleri solar, sararır, derileri siyahlaşır, salyaları kurur, gözleri çukurlaşır, inlemeleri şiddetlenir, ağlamaları ; ızdırapları ziyadeleşir. Uykuları kaçar.
Bu hastalığa yakalanan, felç yani nüzül ve titreme gelmiş gibi gayri ihtiyarı olarak titrer bu gibi hastalar fazla keyiften, tesirli hadiseden, suya bakmaktan, fazla korku ve ürkmekten kaçınmalıdır çünkü hastalık tekrar neş’et eder diğer bir ilacı :
Musasa yumurtası ile tütsülenir.
Münasip yağlarla (lakva yağı) ile de masaj yapılır.
Duası yazılarak taşınırsa – inşallah – şifa bulur.
Süleyman (A.S) :
<< ey Rıhı Ahmer, sana and veririm, daha ne gibi zararların vardır >> dedi Rıhı Ahmer cevaben :
<< Ey Allah’ın Peygamberi; ben bir adamın beynine girersem aklını alırım. Vücuduna girersem basur, fiskül gibi bir çok hastalıklara sebep olurum>> dedi Süleyman (A.S) bu korkunç sözleri işitince etrafında olanlara bu mahlukun yakılmasını ve öldürülmesini emretti o mahluk :
<< Ey Allah’ın Peygamberi, beni kimse öldürmeye ve yakmaya kadir olamaz Cenab-ı Hak  beni bunun için yarattı ve ömrümü uzattı deyip kayboldu.
Süleyman (A.S) :
<< ey Rıhı Ahmer, Allah’ın adı ile sana and verdim, maiyetinde ne kadar rüzgar ve yel vardır>> dedi o mahluk
<< Ya nebiyallah; yanımda gasıf, asıf, sarsar, akim, sam rüzgarları vardır, bunların esintileri eyyamı nahıs yani uğursuz günlerde olur, akıllı adam bu günlerde evden çıkmamalıdır. Bütün şakalardan, oyunlardan muharebe ve buna benzer şeylerden sakınmalıdır>> dedi Süleyman (A.S)
<< ey korkunç mahluk sana and veririm. Rüzgarlardan başka bir şey kaldı mı?>> diye sorunca O korkunç mahluk :
>> Ya nebiyallah ; yanımda Cenab-ı Hakk’ın ahır zamanda memleketleri, köyleri ve dağları helak ettireceği rüzgarlar kaldı. Bunların bir kısmı cenuptan eser, insana kıl kadar dokundu mu yarı veya bütün vücudu hareketten muattal eder. Artık hiç harekete gelmez Bunun duası yazılarak taşınır ve okunur. Tekrar yazılarak suyu içilir.
Netice olarak :
Rıhı Ahmer Da’ü ekber denilen bu mahluk Cenab-ı Peygamber (A.S) efendimizin zamanına kadar görünmedi : Peygamberimizin torunu Hasan (R.A) iç hastalığı ile kan dökmeye başladı Hasan (R.A) ‘ın hastalığını resulullah ve ashabı duyunca Cebrail (A.S) nazil olarak :
<< hazreti Hasan (Rıhı Ahmer) ile hastalandı>> diye Cenab-ı Peygambere haber verdi. Cenab-ı Peygamber, Cebrail (A.S)’a :
<< Bunun ilacı var mıdır? <<buyurdu>> Cebrail (A.S) vardır, dedi ve oradan ayrıldı, sonra resulü Ekrem’e geldi :
Ya Resulullah Cenab-ı Hak sana bu duayı hediye olarak gönderdi. Hazreti Hasan taşısın şifa bulur, ömründe bir kere dahi okuyan Rıhı Ahmer Da’ü Ekberden emir olur>> dedi
Cenab-ı Peygamber << Hak sana bu duayı hazreti Hasan’a okudu ve bir şeyi yokmuş gibi şifaya kavuştu herkez bu duayı öğrensin, öğretsin, okusun ve üzerinde taşısın>> buyurdu.
BÜNYE FARKLARI VE İLAÇLARIN TESİRİ

===================================
Aynı ilacın tesiri, şahıslara göre değişir. Mesela; çocukların, erginlerin ve yaşlıların aynı ilaca karşı gösterdikleri hassasiyet farklıdır. Ayrıca, kadınların aybaşı hallerinde de bazı ilaçlara karşı hassasiyetleri artar.
·         yaşlılara, ergilere verilen miktarın ¾ ü verilir yani , bir ilaçtan ; bir kerede 4 çorba kaşığı içilecekse, yaşlıların 3 çorba kaşığı içmesi gerekir.
·         Çocuklara ise, her ilaç verilmez. Ayrıca , çocuklara verilebilecek ilaçlar, büyülere verilecek miktarın 1/5 i kadar olmalıdır. Yani , ergin bir kimsenin 1  kerede içeceği miktar 1 çorba kaşığı ise, çocuğun içebileceği miktar bunun beşte biri kadardır.
BÜNYE ÇEŞİTLERİ :
Bütün özellikleriyle birlikte, insan vücudunun umumi haline “BÜNYE” denir. Bünyeler, tam anlamıyla birbirlerine benzemez. Benzeyen taraflar, genel özelliklerdir.
Bünyeler, genel özellikleri açısından 5 gurupta toplanabilir:
1 – ASABİ BÜNYE : olaylar karşısında aşırı derecede hassastırlar. Çok çabuk sevinir, çabuk üzülürler, sinir sistemleri bozuktur. Mide , bağırsak ve ruh hastalıklarına eğilimleri vardır.
2- ASTENİK BÜNYE : uzun boylu, zayıf dar göğüslü ve yağsızdır. Hayat gülcüklerine ve hastalıklarına karşı dayanıklıdırlar. Tansiyonları düşüktür
Çoğunlukla fıtık, düztabanlık, varis ve akciğer veremine karşı eğilimleri vardır.
3 – HİPOPLASTİK BÜNYE : boyaları kısa vücud yapıları kusurludur.ç sesleri ince ve cinsi yetenekleri azdır. Vücud kılları da azdır.
Çoğunlukla kalp ve damar hastalıklarına karşı eğilimleri vardır.
4 – LENTİFATİK BÜNYE : ortak boylu, sarı saçlı, soluk benizlidir. Vücudları, zayıflardan toplu, şişmanlardan zayıftır. Hastalıklara karşı güçlüdürler. İleri yaşlarda nefes darlığı migren ve alerjik hastalıklara karşı eğilimlidirler.
5 – PİKNİK BÜNYE : orta boylu, yağlı ve şişmanlamaya eğilimlidirler. Çoğunlukla şeker hastalığı nikris, romatizmal hastalıklar, nefes darlığı, karaciğer safra kesesi, böbrek, kalp ve damar hastalıklarına karşı eğilimleri vardır.
BAZI TEDAVİ USULLERİ
1 – DAĞLAMAK : akan kanı dindirme veya hastalıklı bir kısmı tedavi etmek maksadıyla, vücudun belirli bir yerini kızdırılmış bir madeni aletle yakmaya halk arasında “DAĞILMA” veya “KEYY” ; tıp dilinde “CAUTERİSATİON” denir.
Bilhassa, sinir ağrılarını dindirmek maksadıyla uygulanır. Dağılacak yere ; kızdırılmıs bir alet ( Termokter / Elektroter), sürale dokundurulup çekilir.
2 – DENEFEKSİYON : mikropların öldürülüp, ortadan kaldırılması işlemine “DEZENFEKSİYON” denir.
Dezenfeksiyon, hastanın kullandığı, giydiği her şeye ve odasına uygulanır.
·         DEZENFEKSİYON USULLERİ :
·         Yakmak : hastanın kullandığı sargı bezi, gaz bezi, kağıt mendil, pamuk gibi değersiz şeyler yakılır. Ayrıca : cerahatların temizlenmesinde ve pansumanda kullanılan iğne, pens , makas gibi şeyler de ispirto ocağının alevinde yakılır.
·         Kaynatmak : hastanın çamaşırları, yatak çarşafları ve yıkanabilecek diğer eşyaları ; çamaşır sodası konulmuş su içinde yarım saat kaynatılır
Çatal, kaşık gibi madeni eşyalarda, küllü veya çamaşır sodalı suda kaynatılır.
·         tayzikli buhar : bu iş için “OTOKLAV” denilen basınçlı buhar kazanı kullanılır. Daha ziyade hastanelerde kullanılan bu aletlerin içinde öldürülemeyecek mikrop yoktur.
·         İlaçlamak : hastanın odası veya eşyalarını dezenfekte etmek için kireç kaymağı ve formol gibi maddeler de kullanılır.
Bunlar , 100 bardak suya 1 bardak kireç kaymağı veya formol konulmak süretiyle hazırlanır. Bu şekilde hazırlanın ilaçlı sulara hastanın odası, tuvalet, oturağı, küvetler yıkanır. Bulaşıcı bir hastalıktan sonra hatanın odasını kireçle badanalamak da mikropları öldürmek bakımından çok faydalıdır.
3 – HACAMAT YAPMAK : şişe veya özel boynuzla vücudun bir organına kanı topladıktan sonra “hacamat baltası” denilen bıçakla çizerek  kan almaya  halk arasında “HACAMAT ETMEK” ; tıp dilinde ise “SCARRİFİCATİON” denilir.
Bazı hastalıklarda kullanılan bu usulün ; işinin ehli kimseler tarafından temizlik kaidelerine dikkat edilerek uygulanması gerekir.
4 – ISLAK SARMALAR : soğuk veya sıcak suya batırılmış bezlerin vücudun çeşitli yerlerine konulmasıyla yapılan uygulamalara “ISLAK SARMALAR” denir bu usul bazı hastalıkların tedavisinde uygulanır.
* soğuk sarmalar : ateşli hastalıklarda ; hastanın kollarına . ayaklarına soğuk sirkeli suya batırılmış bezler konur ve kurudukça değiştirilir.
Uzun süren ve yüksek ateş görülen tifo gibi hastalıklarda ; büyük bir çarşaf. Soğuk suya batırıldıktan sonra yatağa serilir. Ve hasta içine yatırılıp vücuduna sarılır.
Aynı zamanda da, kan hücumunu önlemek gayesiyle başına ve alnına soğuk suya batırılmış bezler konulur
Bu uygulama . 10 dakika sürmelidir. Ondan sonra, hastanın vücudu kurulanır. Ancak bu uygulamayı yapmadan önce doktora danışmak gerekir.
·         sıcak sarmalar ( Prisniç) : zatürree ve zatülcenp gibi hastalıklara ; hastanın göğüs çevresi sarılacak şekilde, sıcak suya batırılmış suyu sıkılmış bez konur.
Üzerine muşamba ve onun üzerine de kuru bir havlu konup, 15 dakikada bir değiştirilir.
Böbrek ve safra kesesi taşlarının sebep olduğu taş sancılarında ; karın üzerinden  sıcak suya batırılmış bez veya sıcak su dolu buyot koymak faydalıdır.
5 – LAVMAN : ilaçlı veya ilaçsız suyu, anüsten kalın bağırsağa göndermeye “LAVMAN/HUKNE” veya YENKIYE” denir.
SIHHATLI YAŞAMAK İÇİN ÖĞÜTLER

“ Yeyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz”    Kuran-ı Kerim
“Hastalıkların anası çok yemektir” Hz. Muhammed (A.S)
“Allah’ı anarak, namaz kılarak yediklerinizi eritiniz. Yemekten hemen sonra uyumayınız, kalbiniz kararır”         Hz. Muhammed (S.A)
“Sıhhat içinde yaşamanızı Allah (C.C) sever” Hz. Muhammed (S.A)
“Ey Allah’ın kulları! Tedavi olunuz. Çünkü Allah, her derdin bir şifasını indirmiştir. İhtiyarlık hariç”  Hz. Muhammed (S.A)
“Allah’tan dünya ve ahiret seadeti isteyiniz”  Hz. Muhammed (S.A 
“Allah’ın öyle kuralları vardır ki (onları) savaş meydanlarında ölmekten esirger. Onları sıhhat içinde yaşatıp sıhhat  içinde öldürür. Fakat onlara şehitlik rütbesi verir”Hipokrat

Hipokrat
“açlık ilaçtır, hastalık ise üst üste yemektir” Haris B. Kelbe
“yediğinizi hazmetmeden tekrar yemekten çekininiz” İbni Sina
“hekim, hasta, hastalık bir üçlüdür. Hasta hekimi dinler, dediklerini uygularsa ikisi birleşip hastalığı yener.  Çünkü iki kişi birleşirse tek kişiyi yener.

Hipokrat
“açlık, ilim ve fesahat, oburluk ise cahillik ve ahmaklık yağmuru yağdırır”

Eflatun
Harun reşid dört devletin ileri gelen tıb alimlerişnden dört hekimi huzuruna davet ederek onlara:
          Bana her hatalıpı şifaya kavuşturacak birer ilaç söyleyiniz – dedi
Hindistanlı Hekim : Bana göre siyah helile içmek her hastalığa şifadır
Avrupalı hekim : tere tohumu yutmak benim kanaatime göre her hastalığın şifasıdır.
Iraklı Hekim : benim görüşüme göre her hastalığın çaresi sıcak su içmektir.
Bu Hekimlerden en alimi olan hekimde :
Helile içmek mideyi kabız eder. Tere tohumu yutmak ishale sebep olur. Sıcak su içmek ise mide sarkmasına meydana getirir. Bana göre her hastalığın çaresi, ilaçların en güçlüsü; istekli olmadıkça kat’iyyen yemek yememek, sofradan yemeğe istekli olarak kalkmaktır” dedi
Diğer Hekimler :
“Doğru söyledin” dediler.
Sultanü’l Enbiya efendimiz :
“bütün dert ve hastalıkların başı çok yemektir” buyurdu.
ŞİFA HAKKINDA
Allah’ın Rasülü (S.A)
(ma enzelallahü daen illa enzelallahü sifaen)
manası : Allah her gönderdiği bir dert içinde bir deva göndermiştir buyurmuştur.
Rasulullah (S.A) yine bir hadisi şeriflerinde :
Ey Allah’ın kulları .. hastalarınızı tedavi ediniz,
Zira  Allahü Teala hiçbir hastalık yaratmamıştır ki şifasını da yaratmış olmasın buyurmuştur.
PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V) DUASINDAN
“Ey insanların rabbi! Şu hatanın hastalığını gider, şifa ihsan buyur! Rabbim, ancak sen sağlık verirsin. Senin şifadan başka şifa yoktur. Rabbim! Bu hastaya öyle bir şifa ver ki o şifa, hasta üzerinde hastalık izi ve eseri bırakmasın!”
Allah’ın rasulü buyuruyor ki :
“Ey Allah’ın kulları! Tedavi olunuz. Allah-ü Teala hiçbir hastalık yaratmamıştır ki şifasını da yaratmamış olmasın.”
Hz. Muhammed (S.A)
“sıhhat insan için gizli bir hükümdarlıktır. Bir anlık sıkıntı ise bir senelik ihtiyarlıktır.” Davud (S.A)
“Şişmanlıktan kaçının. Çünkü şişmanlık vücudu bozar, hastalık getirir. İbadete karşı insanı tembelleştirir” Hz. Ömer (R.A)
“senede bir defa vücuttaki artık maddeleri dışarı atıcı şerbet içmek kadın ve erkek üzerinde bir vecibedir”                  Hz. Muhammed (S.A)
“vücudunuzu temiz tutunuz ki, Allah da sizi temizlesin”

 Taberani ibni ömer’den
“zararlı şeyden az yemek, faydalı şeyden çok yemekten daha iyidir.”
 
“sıhhatli yaşamanız için bol uyuyunuz, yararlı işler yapınız ve sinirlenmeyiniz.”
Yayımlanmış on Kasım 30, 2008 at 12:33 am  Yorum Yapın  

The URI to TrackBack this entry is: https://gulyetimi.wordpress.com/islam-ve-saglik/trackback/

RSS feed for comments on this post.

Yorum bırakın